İnsan ilişkileri, öyle kafanı çevirip baktığında basit görünür. Merhaba dersin, gülümsersin, biraz sohbet edersin. Ama işin aslı şudur: Her insan, kendi içinden geçen nehirlerle, dağlarla, eski harabelerle dolu bir ülkedir. Sen o ülkeye sadece bir vizeyle değil, bazen karda yürür gibi temkinli adımlarla, bazen de paldır küldür dalarsın. Ve işte ilişki tam da burada başlar: iki ülke arasında kurulan gıcırdayan bir asma köprüde.
İnsan ilişkileri, öyle kafanı çevirip baktığında basit görünür. Merhaba dersin, gülümsersin, biraz sohbet edersin. Ama işin aslı şudur: Her insan, kendi içinden geçen nehirlerle, dağlarla, eski harabelerle dolu bir ülkedir. Sen o ülkeye sadece bir vizeyle değil, bazen karda yürür gibi temkinli adımlarla, bazen de paldır küldür dalarsın. Ve işte ilişki tam da burada başlar: iki ülke arasında kurulan gıcırdayan bir asma köprüde.
Bazı insanlar köprüden geçerken “aman dikkatli ol” der. Bazılarıysa ipleri kesmeye meyillidir, sadece eğlencesine. İnsan bu: Kimi tamiratçıdır, kimi sabotajcı.
İlişkiler, fizik kurallarını yerle bir eder. Mesela normalde iki negatif bir araya gelince itmesi gerekir ya, ilişkilerde tam tersi olur: İki negatif de bir araya gelip, “Dünya zaten kötü yer, gel birlikte yakınalım,” diye yıllar süren bir dostluk kurabilir. Pozitif-negatif ilişkisi ise genelde bir noktada bataryası biter birinin. Diğeri hâlâ ışık saçmak isterken, biri “şarj aletim yok” diye kaçar.
İnsan ilişkileri, bir nevi içsel arkeoloji gibidir. Karşındakini tanımaya başladığında, onun binlerce yıllık tortusuna dokunursun: çocukluğu, travmaları, eski sevgilisi, sabah kahvesi ritüeli, sinir olduğu çorap deseni… Her biri bir katman. Ve sen hâlâ sadece “Ne burcusun?” diye soruyorsundur belki.
Felsefenin büyük sorusu “Ben kimim?”dir ama ilişkilerde daha sık sorulan soru “O bana neden böyle yaptı?”dır. Aslında yanıtı çoğu zaman çok basittir: Çünkü insanız. Korkarız, anlamayız, bazen duymayız. Bazen sadece açızdır ama ruhen.
İlişkilerle ilgili en temel gerçeklerden biri şudur: Hiçbirimiz birbirimizin içine doğmadık. Hiçbirimiz karşımızdakinin kafasının içinde yaşamıyoruz. Ama bazen öyle davranıyoruz. “Bunu nasıl anlamaz ya?” diye söyleniyoruz mesela. Oysa anlamaması çok normal, çünkü senin kafanın içinde sadece sen varsın. O, sadece ziyaretçi. Hem de genelde çantasını bile açmadan duran bir turist.
İnsan ilişkileri en çok, birlikte susabilme kapasitesiyle ölçülür. Konuşmak kolaydır; kelime uydurmak, bahane üretmek, kalp kırmak… Ama birlikte durabilmek —susarak, boş boş bakarak, yargılamadan durarak— zor iştir. Çünkü insan, en çok sessizlikte aynalanır.
Ve belki de bu yüzden ilişkiler, tüm gıcırdayan köprülerine, çökük zeminlerine, bozuk metaforlarına rağmen yaşanmaya değer. Çünkü bazen biri gelir, sana kendin hakkında hiçbir zaman fark etmediğin bir cümle söyler. Ve o cümle, yıllardır içinde yankılanan sessizliğe denk gelir. İşte o an, geçilmiştir köprü. Gıcırtıya rağmen.